Topic-icon MD Anderson Cancer Center, Houston, Texas, Gözlemcilik Deneyimi - Paylaşan : "revenant"

10 years 11 months ago #1 by TANER OZDEMIR

USMER wrote: Merhaba arkadaşlar,

Kendimi yine defalarca kez düşünüp defalarca kez vazgeçtiğim USMLE girme-girmeme sürecinde buldum. Değişmeyen bir diğer şeyse hemen bu siteyi açıp araştırma yapmam oldu. Amerika'dan döneli daha 1 hafta olmuşken yaşadığım deneyimi paylaşmanın site okuyucuları için faydalı olacağına karar verdim. Çünkü bana çok yararı olmuştu.

Ben Hacettepe Üniversitesi'nde Intern Doktor olarak görev yapmaktayım. Okulda çok sevdiğim bir hocamın oradaki bir arkadaşıyla yazışması sayesinde, onkoloji dalında yapılan her kıyaslamada birinci olan MD Anderson Cancer Center(MDACC)'da 1 aylık gözlem fırsatı elde ettim. Yaptığım gözlem buradaki elektif dahiliye stajımın yerine sayıldı.

Giderken kafamdaki plan şuydu: ʺTUS'a girerim, asistanlık biterken ya da yandalı olan bir bölüm seçersem fellowken Amerika'ya bir iki seneliğine giderim, sonra tekrar dönerim. Bu observership de o zaman işime yarar.ʺ

Konaklama olarak oradaki Amerikalı bir ailenin yanında kaldım. Homestay diye bir organizasyon buldum, yazıştım, yerimi ayarladım. 36 gün için 1100 dolar verdim, kahvaltı ve akşam yemeği dahildi. Evde benden başka 2 tane daha yabancı öğrenci vardı. İyi tarafları: akşam yemeğiyle uğraşmadım, sabah atıştırıp evden çıktım ve en önemlisi evdeki arkadaşlar ve onların arkadaşlarıyla kaynaşma fırsatım oldu ki bu da sosyalleşme açısından elzemdi. Çünkü MD Anderson'da benim gittiğim Stem Cell Transplantation departmanında benden başka ne öğrenci ne asistan vardı. Kötü tarafı ise ev sahibesi kadınla çok iyi anlaşamadım. Ama bu tamamen benim şansım çünkü bu organizasyonda kalıp aileyi çok seven de bir sürü insan var. Yol masrafımı ise okul karşıladı, 850 Euro'ya git-gel biletlerim alındı.

MD Anderson'da ilk günüm ʺvay anasını arkadaşʺ demekle geçti diyebilirim. Devasa binalar, vızır vızır çalışan insanlar... Check-in işlemi bir gün sürdü. Hastaya yaklaşımla ilgili bir kitapçık okutup ardından okuduklarımla alakalı ufak bir test yaptılar. Hasta haklarına gerçekten çok değer verildiğini o an anladım.

İkinci gün departmanda gözlemime başladım. Benim hocam iki gün poliklinik yapıyordu. Ortalam her gün 7-8 hasta görüyorduk. Biz hastanın yanına gitmeden hemşire ardından PA dedikleri physician assistantlar hastayı görüyor, bu sırada biz de hastanın bilgilerini sistemden okuyorduk. Ardından hastayı biz de görüp tedavisini planlayıp hastaya bilgi veriyorduk. Ondan sonra da social worker denilen kişiler gelip hastanın konaklama, sigorta vs işlemlerini hallediyordu. Anlayacağınız, tam bir ekip işi söz konusu. Sakin sakin hasta bakılıyor, kimse kimseyle kavga etmiyor, ortam tertemiz... Hastalar desen bilinçli, sırasını beklerken kitap okuyor kahve içiyor. ʺTedavi yüzünden ölme şansın %20ʺ desen dahi sükunetini hiç bozmuyor. Doktorluğun ne kadar kıymetli olduğunu hastaların size olan saygısından da hemen anlıyorsunuz.

Polikliniğin olmadığı günlerde servise gidiyordum. Servis de poliklinik gibi tertemiz ve düzenli. MD Anderson'ın da çok büyük bir merkez olmasına da bağlı olarak oldukça lüks. Tek tek hastalar ziyaret ediliyor, ardından tedavi planı çiziliyordu. Her gün ortalama 4 saat vizit yapılıyordu 20 hasta için.

Onun dışında her hoca research için oldukça çaba göstermekteydi. Zaten kimle konuşsam makaleleri ya NEJM'de ya Blood'da... Benim hocam boş olduğu günlerde oturup bütün gün makale okuyordu. Hatta hasta muayene ederken hastanın bir sorusu üzerine hocam ʺgeçen sene sizin sorunuzla ilgili bir yayın çıkmıştı, durun göstereyimʺ deyip 1 sene önceli makaleyi dergiden bulup hastaya göstermişti. Bence böyle bir olayı Türkiye'de yaşayan hemen hemen kimse yoktur. Bilimselliğin ne kadar önemli olduğunu unutmaya başladığım -belki de unutturuluyordu, kim bilir- zamanlarda tekrar ʺdur ve kendine gelʺ şeklinde bir uyarı oldu benim için bu deneyim.

Bir ay oldukça kısa bir zaman ama yine de çok farklı bakış açıları kazanarak ülkeye döndüm. Döner dönmez hemen öğrendiğim son gelişmeler ise şunlardı: hastanemdeki bir fellow'un ʺgünde 210 hasta baktığımı bilirim Numune'deykenʺ demesi, 1 hafta önce dahiliye asistanının dayaktan son anda kurtarılması, acilde ortopedist abinin darp edilmesi... Kadın-doğumcuların ʺmesleki tatmin matmin yoktur, her şey paradır arkadaşʺ lafları da ʺhoşgeldinʺ oldu bana.

Özetlemek gerekirse; gerçekten güzel bir eğitim almak, keyifle doktorluk yapmak ve aynı zamanda bilimsel çalışmalar da yürütmek isteniyorsa Amerika çok iyi bir tercih. Buradayken herkesin konuştuğu ʺonlar çok para kazanıyor yaʺ iken adamların dediği ʺkimse burada para için durmuyor, herkes mesleki tatmin ve özgürlük için buradaʺ idi. Öte yandan ʺAmerika! Rüyalar ülkesi!ʺ gibi bir durum da söz konusu değil (en azından benim gibi Türkiye'de arkadaşlarıyla ailesiyle yaşantısıyla mutlu olan biri için). Öyle sohbet muhabbet pek yok, iş bitince herkes evine gidiyor, başka işi varsa onun başına geçiyor. Arkadaş ortamı zaman isteyen bir şey, ben 1 ayda bile güzel bir çevre yaptım ama Türkiye'deki arkadaşlarınızı özlememek imkansız. Aile desen, zaten yerine koyabileceğin bir şey yok. Çevre güzelliği dersen bence Türkiye'den daha güzel bir ülke yok.

ʺAsistanlık için değil de sonra bir iki sene giderimʺ diye düşündüğümü söylemiştim. Ama şimdi anladım ki ne kadar erken gidersen o kadar iyi. Çünkü ne zaman gidersen git ilk 1-2 sene çok zor geçecek. Gençken zorlukları aşmak daha kolay, yaş ilerleyince insanın tahammülü çok olmuyor. Bir de Amerika'da sonradan gidip yaşamaya karar verirsen tekrardan USMLE alıp residency yapman gerekiyor. ʺBen Doçent Hematologum, bana burda iş verinʺ deyince ʺSen git Amerika'da tekrar dahiliye üstüne hematoloji oku öyle gelʺ diyorlar. Sonra 40 yaşında tekrar internlük yapıyorsunuz ki Türkiye'den çok daha zor şartlar altında. Türkiye'nin en büyük üniversitelerinden birkaçında yardımcı doçent kadrosu olmasına rağmen istifa edip Amerika'da residency'e başlayan kişiler gördüm. Hepsinin dediği ʺkeşke erken gelseydimʺ...

Velhasıl, çok güzel bir deneyim oldu benim için ama kafam yine çok karıştı. Amerika'da uzmanlık eğitimi almanın ve doktorluk yapmanın sadece USMLE'de yüksek puanlar almak olmadığını, işin en önemli kısmının karar vermek olduğunu anlamış oldum. Mesleki tatminin çok üst seviyede olmasının cazibesi, ev-arkadaş-aile özleminin korkusu... Keşke imkan olsa da mesleki ve sosyal hayat açısından tatmini hiçbir yere gitmeden ülkemizde bulabilsek ama gidişat bunun pek mümkün olmayacağını gösteriyor. Yoksa, insanın kendi memleketinde mutlu olmasından güzel ne olabilir ki?

Sevgiler.


Paylasan : Revenant


Yazıyı okuduktan sonra kendi payıma çıkardığım sonuç şu ki ,"Okumanın yaşı yoktur, Amerika'da asistanlık yapmanın da yaşı yoktur, yeter ki vazgeçme". Teşekkürler.

Dr.Taner Özdemir

Please Log in or Create an account to join the conversation.

More
10 years 11 months ago #2 by SlowVT
Cok guzel yazin ve yerinde gozlemlerin icin cok tesekkur ederiz.

Please Log in or Create an account to join the conversation.

More
10 years 11 months ago #3 by USMER
Merhaba arkadaşlar,

Kendimi yine defalarca kez düşünüp defalarca kez vazgeçtiğim USMLE girme-girmeme sürecinde buldum. Değişmeyen bir diğer şeyse hemen bu siteyi açıp araştırma yapmam oldu. Amerika'dan döneli daha 1 hafta olmuşken yaşadığım deneyimi paylaşmanın site okuyucuları için faydalı olacağına karar verdim. Çünkü bana çok yararı olmuştu.

Ben Hacettepe Üniversitesi'nde Intern Doktor olarak görev yapmaktayım. Okulda çok sevdiğim bir hocamın oradaki bir arkadaşıyla yazışması sayesinde, onkoloji dalında yapılan her kıyaslamada birinci olan MD Anderson Cancer Center(MDACC)'da 1 aylık gözlem fırsatı elde ettim. Yaptığım gözlem buradaki elektif dahiliye stajımın yerine sayıldı.

Giderken kafamdaki plan şuydu: ʺTUS'a girerim, asistanlık biterken ya da yandalı olan bir bölüm seçersem fellowken Amerika'ya bir iki seneliğine giderim, sonra tekrar dönerim. Bu observership de o zaman işime yarar.ʺ

Konaklama olarak oradaki Amerikalı bir ailenin yanında kaldım. Homestay diye bir organizasyon buldum, yazıştım, yerimi ayarladım. 36 gün için 1100 dolar verdim, kahvaltı ve akşam yemeği dahildi. Evde benden başka 2 tane daha yabancı öğrenci vardı. İyi tarafları: akşam yemeğiyle uğraşmadım, sabah atıştırıp evden çıktım ve en önemlisi evdeki arkadaşlar ve onların arkadaşlarıyla kaynaşma fırsatım oldu ki bu da sosyalleşme açısından elzemdi. Çünkü MD Anderson'da benim gittiğim Stem Cell Transplantation departmanında benden başka ne öğrenci ne asistan vardı. Kötü tarafı ise ev sahibesi kadınla çok iyi anlaşamadım. Ama bu tamamen benim şansım çünkü bu organizasyonda kalıp aileyi çok seven de bir sürü insan var. Yol masrafımı ise okul karşıladı, 850 Euro'ya git-gel biletlerim alındı.

MD Anderson'da ilk günüm ʺvay anasını arkadaşʺ demekle geçti diyebilirim. Devasa binalar, vızır vızır çalışan insanlar... Check-in işlemi bir gün sürdü. Hastaya yaklaşımla ilgili bir kitapçık okutup ardından okuduklarımla alakalı ufak bir test yaptılar. Hasta haklarına gerçekten çok değer verildiğini o an anladım.

İkinci gün departmanda gözlemime başladım. Benim hocam iki gün poliklinik yapıyordu. Ortalam her gün 7-8 hasta görüyorduk. Biz hastanın yanına gitmeden hemşire ardından PA dedikleri physician assistantlar hastayı görüyor, bu sırada biz de hastanın bilgilerini sistemden okuyorduk. Ardından hastayı biz de görüp tedavisini planlayıp hastaya bilgi veriyorduk. Ondan sonra da social worker denilen kişiler gelip hastanın konaklama, sigorta vs işlemlerini hallediyordu. Anlayacağınız, tam bir ekip işi söz konusu. Sakin sakin hasta bakılıyor, kimse kimseyle kavga etmiyor, ortam tertemiz... Hastalar desen bilinçli, sırasını beklerken kitap okuyor kahve içiyor. ʺTedavi yüzünden ölme şansın %20ʺ desen dahi sükunetini hiç bozmuyor. Doktorluğun ne kadar kıymetli olduğunu hastaların size olan saygısından da hemen anlıyorsunuz.

Polikliniğin olmadığı günlerde servise gidiyordum. Servis de poliklinik gibi tertemiz ve düzenli. MD Anderson'ın da çok büyük bir merkez olmasına da bağlı olarak oldukça lüks. Tek tek hastalar ziyaret ediliyor, ardından tedavi planı çiziliyordu. Her gün ortalama 4 saat vizit yapılıyordu 20 hasta için.

Onun dışında her hoca research için oldukça çaba göstermekteydi. Zaten kimle konuşsam makaleleri ya NEJM'de ya Blood'da... Benim hocam boş olduğu günlerde oturup bütün gün makale okuyordu. Hatta hasta muayene ederken hastanın bir sorusu üzerine hocam ʺgeçen sene sizin sorunuzla ilgili bir yayın çıkmıştı, durun göstereyimʺ deyip 1 sene önceli makaleyi dergiden bulup hastaya göstermişti. Bence böyle bir olayı Türkiye'de yaşayan hemen hemen kimse yoktur. Bilimselliğin ne kadar önemli olduğunu unutmaya başladığım -belki de unutturuluyordu, kim bilir- zamanlarda tekrar ʺdur ve kendine gelʺ şeklinde bir uyarı oldu benim için bu deneyim.

Bir ay oldukça kısa bir zaman ama yine de çok farklı bakış açıları kazanarak ülkeye döndüm. Döner dönmez hemen öğrendiğim son gelişmeler ise şunlardı: hastanemdeki bir fellow'un ʺgünde 210 hasta baktığımı bilirim Numune'deykenʺ demesi, 1 hafta önce dahiliye asistanının dayaktan son anda kurtarılması, acilde ortopedist abinin darp edilmesi... Kadın-doğumcuların ʺmesleki tatmin matmin yoktur, her şey paradır arkadaşʺ lafları da ʺhoşgeldinʺ oldu bana.

Özetlemek gerekirse; gerçekten güzel bir eğitim almak, keyifle doktorluk yapmak ve aynı zamanda bilimsel çalışmalar da yürütmek isteniyorsa Amerika çok iyi bir tercih. Buradayken herkesin konuştuğu ʺonlar çok para kazanıyor yaʺ iken adamların dediği ʺkimse burada para için durmuyor, herkes mesleki tatmin ve özgürlük için buradaʺ idi. Öte yandan ʺAmerika! Rüyalar ülkesi!ʺ gibi bir durum da söz konusu değil (en azından benim gibi Türkiye'de arkadaşlarıyla ailesiyle yaşantısıyla mutlu olan biri için). Öyle sohbet muhabbet pek yok, iş bitince herkes evine gidiyor, başka işi varsa onun başına geçiyor. Arkadaş ortamı zaman isteyen bir şey, ben 1 ayda bile güzel bir çevre yaptım ama Türkiye'deki arkadaşlarınızı özlememek imkansız. Aile desen, zaten yerine koyabileceğin bir şey yok. Çevre güzelliği dersen bence Türkiye'den daha güzel bir ülke yok.

ʺAsistanlık için değil de sonra bir iki sene giderimʺ diye düşündüğümü söylemiştim. Ama şimdi anladım ki ne kadar erken gidersen o kadar iyi. Çünkü ne zaman gidersen git ilk 1-2 sene çok zor geçecek. Gençken zorlukları aşmak daha kolay, yaş ilerleyince insanın tahammülü çok olmuyor. Bir de Amerika'da sonradan gidip yaşamaya karar verirsen tekrardan USMLE alıp residency yapman gerekiyor. ʺBen Doçent Hematologum, bana burda iş verinʺ deyince ʺSen git Amerika'da tekrar dahiliye üstüne hematoloji oku öyle gelʺ diyorlar. Sonra 40 yaşında tekrar internlük yapıyorsunuz ki Türkiye'den çok daha zor şartlar altında. Türkiye'nin en büyük üniversitelerinden birkaçında yardımcı doçent kadrosu olmasına rağmen istifa edip Amerika'da residency'e başlayan kişiler gördüm. Hepsinin dediği ʺkeşke erken gelseydimʺ...

Velhasıl, çok güzel bir deneyim oldu benim için ama kafam yine çok karıştı. Amerika'da uzmanlık eğitimi almanın ve doktorluk yapmanın sadece USMLE'de yüksek puanlar almak olmadığını, işin en önemli kısmının karar vermek olduğunu anlamış oldum. Mesleki tatminin çok üst seviyede olmasının cazibesi, ev-arkadaş-aile özleminin korkusu... Keşke imkan olsa da mesleki ve sosyal hayat açısından tatmini hiçbir yere gitmeden ülkemizde bulabilsek ama gidişat bunun pek mümkün olmayacağını gösteriyor. Yoksa, insanın kendi memleketinde mutlu olmasından güzel ne olabilir ki?

Sevgiler.


Paylasan : Revenant

This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.
The following user(s) said Thank You: umc, TANER OZDEMIR, kerim, erseven, abdulkadir1983, downmania, toutlemonde, tulane, SlowVT

Please Log in or Create an account to join the conversation.

More
Time to create page: 0.202 seconds